Sıkıntının Halleri

Uzunca bir vakit sadece eller görüyorum. Sağ elde bir yüzük: gümüş. Tırnakların kimisi yenmiş, farklı uzunluk ve kısalıkları eleveriyor geçmişi. Kirliler. İşaret parmağı sararmış. Tırnak kısmı eskimiş kına kırmızılığında. Sol elin tam ortasında bir yara izi. Bıçak mı veyahut cam kesiği mi? Kıllar? Peki ya kıllar? yok. Aman Tanrım yoksa bu eller bir kadının elleri mi?

Nefes alış verişi dedikleri bir şey var. Gövde inip kalkıyor. Başımı az öne eğdiğimde bacakları görüyorum. Kumaş pantolon: ütüsüz. Parlak, ama bakımsız ayakkabılar. Bağcıklar bağlı değil. Sanırım oturur vaziyetteyiz. Kimdir bu beden? Kimindir?

Sol elin arada bir uzanıp aldığı bir kupa var. Kupanın içinde kahve var. Sade. Parmaklar vızır vızır. Tuşlara basıyorlar. Sol bacak, sağ bacak üstüne atıldı. Ayakların kıkırdak sesleri. Arkada bir ağrı var. Klavyede not kağıtları. hemen önünde bir kaşe. Delme makinası, zımba ve teller. Küp kağıtlar. Sağ el arada bir uzanıp ahizeyi kaldırıyor. Telefon sesleri. Bu seslerin telefon sesi olduğunu parmaklar mı, eller mi yoksa bacaklar mı biliyor? Belki de tuşlar biliyordur.

Ağrı kesici isteyen bir kadın. Ağlama sesleri. Masanın önünde mahcup durmuş. Kirli tırnaklı ellerin ona yardımcı olabileceğini düşünür gibi. Ama bir cevap yok. Eller arkaya uzanıyor. Dolaptan mavi haplar çıkarıyor. Birini makasla kesip kadına veriyor. Kadın çıkıyor. Nereden? Kapıdan. Demek ki bir odadayız. Oksijen tükenmiş gibi. Küçük bir oda olmalı. Ter kokusu kokmalı. Amele kokusu değil ama. Çünkü gömleğin kaşkolları var, kol düğmeli. Mavi de değiller. Ellerde beyaz haplar var. Bir değil iki atıyor havaya. Ağza düşüyor. Ahizeyi kaldırıyor ama önce. "N..... Hanım. Kahvem bitmiş. Bir de su lütfen". Baş ağrısı. Saçlar kısacık. Kemik gözlükler. Evet. Amele kokusu değil bu.

Telefonda kızgın bir ses. ".... Bey, ben artık bunun suratını çekmek istemiyorum", "nedir bu ya! senelerdir burda çalışyorum. böyle bir şey görmedim". Karşıda kırgın bakışlar: ".... Bey, bu böyle olmuyor.. Bu böyle olmaz. Bana söylenmeden nasıl karar verilir böyle bir şeye...". Bir susun demek istiyor can. Nedir paylaşılamayan?

Ama bir de işsiz kalmak var. Parasız olmak. Dışarıda kalmak.

Çalışmak netameli bir iş vesselam. Netameli diye bir şey var mıydı yahu? Peki vesselamın burdaki kullanılışı doğru mu? Aman kim ne yapacak neyi nasıl kullandığımızı. Hem kalemi kaldıraç olarak kullandığımda yaratıcılık oluyor da, kelimeyi farklı bir yerde kullandığımda neden "dil yeteneği" yok diyorlar. Örneğin, "zımba gibiyim" atalardan kaldı diye güzel de, "zımbaya benziyorum" neden anlamsızlaşıyor? "Hayır efendim. Zımba gibisin. Hiçbir şeyin yok." Öyle mi cidden? Peki bu mutsuzluk ne?

Mutsuzluktan geçtim. Sessizliğe ne oluyor? "Ağlasam sesimi duyar mısınız mısralarımda". Anlamıyor karşıdaki tıbbi sekreter. Sessizliğimi anlamıyor. Bir dalkavuk tanımıştım oysa ki... yarandığı yaşlıca adama "geçenlerde bir kitap gördüm başlığı: sizin hiç babanız öldü mü? Kimin babası ölmedi ki. Şu ukalalığa bak. Sanki bir tek kendisinin babası ölmüş. Bir de gencecik kız yazmış bu kitabı biliyor musunuz? O yaşta ölümü anlayabilirmiş gibi söyleniyor bir de.. Sizin hiç babanız öldü mü?"

"Benim bir kere öldü. Kör oldum" diye mırıldandım. Anlamadı dalkavuk. Yaşlıca adam devamını getirdi. "Yıkadılar. Aldılar. Götürdüler. Babamdan ummazdım bunu kör oldum". Kitap ünlü bir şiire göndermede bulunuyor / ya da intihal denilemese bile çalıyor. Ve ihtimalle kızın babası ölmemiş. Çünkü Şairin babası da ölmemişti. Benim için öldü derler ya.. öyle bir şiir. Tüm bunları anlatmadım tabi. Dalkavuk şaşkın bir ifadeyle yaşlı adamla kurmuş olduğumuz sessizliğe bakakaldı. O dalkavukluğa devam etmeye çalıştı, biz şiirdeki sabunu aramaya koyulduk.

Emine Abla kırklarında bir kadın. Ellisinde görünüyor. Bakmak zorunda olduğu anası babası var. Yatalaklar. Evlenmiş. Dövülmekten bıkmış. Kaçmış. Ana babası üzerine kalmış. Bir kızı var dershaneye giden. Tek umudu o. Çalışıyor. Didiniyor. Şirketi asgari ücret veriyor. O bir gecekonduya asgari kira ödüyor. Elektrik olmayınca göz ne yapsın? Sobayı kim kursun? Eve dönmek gibi bir istek nasıl peydah olsun? Yöneticisi erken çık diyor. Ama parası yok minibüse. Servisi beklemek lazım. İşyeri sıcak. İşyeri güvenli. İş yeri cehennem.

Okuyucuya hayal geliyor bunlar. Okuyucu için bir roman kahramanı Emine Abla. Pardon! yazım sürçtü. Roman kahramanı bile olamaz Emine abladan. İsminin baş harfleri de imla diye büyük yazılır. Abla da "abla" olmak zorunda. Yani anlayacağınız en fazla öykü karakteri olur Emine Abla.

Nasıl da genç kız gibi gülümsüyor günaydın deyince. Hatta kırıttığını bile gördüm. Elbet onun da istekleri var. Bakan? Belki isteklileri de vardır? Bilmem onu. Ama hala yaşıyor o. Gerçek. Yanı başınızdaki temizlikçiye hiç böyle baktınız mı?



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder